MAKALELER

Sorumluluk ve Farkındalık, Günümüzdeki Anlamı


Sorumluluk, kişinin kendi davranışlarının veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi; uyulması gerekli olan kurallara aykırı hareketin hesabını verme hali olarak tanımlanır. 

İnsanın temel sorumlulukları ise, islam dininde öngörüldüğü üzere, 5 ana başlıkta sayılabilecek ana maslahat alanları olan “akıl, din, ırz, can ve mal” ı gözetleme, koruma, tecavüz etmeme ve tecavüzü engelleme olarak tanımlanabilir. 

Hatta bu sorumluluğa evrendeki diğer varlıkları koruma, onlara olumsuz etki ve tecavüzleri engelleme, yeryüzünü ıslah, imar ve geliştirme de dahildir. 

Allah-u Teala, insanı vüsati ölçüsünce mükellef kılar. Yani Allah cc nın bizi sorumlu tuttuğu konular, bizim yapabileceğimiz ve yapmamız gereken görevler ve yükümlülüklerdir. 

Bu sorumluluğa elbette ki takat, vüsat, kapasite ve gücümüzü aşanlar dahil değildir. Ama gücümüzün sınırı ve aşma noktası nedir? 

Sıradan bir yaklaşımla, gücümüzün yeteceği işler için çabalamak yerine; sorumluluk alanlarımıza giren ve yapmamız gerekenler için sabır, dua ve namazla, hatta naz mertebesinde ısrarla Rabbimizden hikmet ve güç vermesini istersek, “ kapasite, vüsat ve takatımızın sınırı ve gücümüzün kaynağı nedir? ” daha iyi anlaşılır. 

İşte o zaman sorumluluk tanımı ile üzerimize düşen görevler daha belirgin hale gelir ve

• Doğal ve fıtri olan ile, varlıkların bu bağlamdaki haklarını ve sulhü korumak,

• Bunlara yönelik ifsad ve zulüm anlamına gelen tecavüz ve saldırıları engellemek,

• Bozulanı ıslah edip düzeltmek, var olanı imar edip geliştirmek 

şeklinde maddi, manevi, sosyal ve siyasal tüm alanları da kapsadığını fark ederiz.

İşte bu şekilde çevremize, ülkemize, dünyamıza ve tüm evrene bu bağlamda bakmak, inceleyip, düşünüp ve kendi aramızda müzakere edip yanlış ve doğruları ayırt edip görmek, Kurandaki ve etrafımızdaki tüm ayetler ışığında aklımızı da sonuna kadar zorlarcasına kullanıp üzerimize düşenleri fark edip anlamaya da farkındalık diyebiliriz.

Sorumluluk bilinci ile aleme, çevremize ve kendimize bakarsak, hangi konuların bizi ilgilendirdiğini ve sorumluluk alanımıza girdiğini fark ederiz. Gerçek farkındalık oluşur. 

Günümüz dünyasını, hatta asrımızın halini kısaca tanımlarsak; 

Açgözlülük, oburluk, tecavüz, yalan, şehvet, hırsızlık, tefecilik, hilekârlık, düzenbazlık, aşırı hırs, sadizm ve acımasızca başkalarının canını almak dünyadaki hakim medeniyetin doğal davranışı haline gelmiş, hatta yeryüzü hakimleri bu zulüm ve fıskı, endüstri ve kar aracı haline getirmiş durumdadır. 

Toprağı, hayvanları, bitkileri, ağaçları, insanları hatta bütün evreni kirletmek üzerine kurulmuş, çok çirkin ve sömürüden ibaret bir dünya düzeni hüküm sürmektedir. 

Ancak, Elhamdülillah toplumlarda ve özellikle ülkemizde farkındalık artmakta, buna paralel olarak toplumsal değerlendirme, tepki, yorum ve eylemlerimizdeki kalite de artmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak ta, dünyada ve ülkemizde ümidimizi artıran güzel bir süreçten geçmekteyiz. 

Bu gelişmeler, asıl işleri yeryüzünde zulüm ve bozgunculuk olan kafirleri telaşlandırmış, her zamankinden çok çalışmaktadırlar. 

1. Bozguncuların en büyük enstrümanı, ta sahabe devrinden beri

- yanlış

- yanıltıcı

- çarpık

- eksik

- taraflı

- duygusal formatlı

- zaman ve mekan ayarı bozulmuş

"haber ve bilgi" dir. 

Sistematik, planlı ve profesyonel senaryolarla sosyal medya ve diğer medya kanallarını da etkin kullanan fasık, münafık ve ajanlar, puslu bir ortam oluşturmaktadırlar. Bu puslu zaman ve ortamda, gözümüzü kafir ve zalimlerin hile ve tuzaklarını gizleyecek ve unutturacak gaflete düşmemeliyiz.

Ajanların ve münafıkların, aramızdaki gafil ve cahillerin yaptıklarını da kullanarak ürettikleri haberlere karşı dikkatli olmalı, "ama, fakat...vb" gerekçeler de söylemeksizin bu senaryo haberleri yaymaktan şiddetle kaçınmalıyız. 

2. Başkalarının canını almaya yönelik olarak terörizm, tarihten beri düzenli kullanılan bir eylem türü ve araçtır. Terörizmin asıl amacı, cinayet ve fiziksel zarar verme değildir. Kurban olarak belirlenmiş insan gruplarına ve toplumlara korku ve dehşet salmak, nihai olarak ta, panik içindeki topluluğu kontrol altına almak, manipüle etmek ve davranışlarını değiştirmektir. Toplumu, kendilerine karşı isyan etmekten ve tavır koymaktan ölesiye korkan ve kolayca yönetilip, yönlendirilebilecek insanlar haline getirmektir. 

3. Diğer taraftan siyasi akıl, hikmet ve şuurdan yoksun, bilinçsiz ve beceriksiz silahlı direniş ve isyan hareketleri, bu zulmü pekiştiren ve sürekli hale getiren, hatta mazlumlara acziyet duygusu ve aşağılık kompleksi aşılayan ve ümitsizliğini artıran bir faktör, hatta yöntem durumundadır. 

4. Günümüz iletişim ve ilişkilerinin şekillenmesinde, “medya kullanımı” ve “medyatiklik” iki ayrı sorunsal olarak karşımızdadır. Yerli yerindelik, muhatap ve zamanlamasına uygunluk ile uygun medya ve mecra tercihi de çok önemli bir konudur. Hele medyatikliğin ve meşhurluğun büyüleyici etkisinin getirdiği şöhretin neden olduğu kibir ve sapıklığa da müsaade etmemeliyiz. 

5. Birçok kişinin içine düştüğü bir yanlışlık olan, “kardeşini aşağılayan, hatta ona karşı üstünlük taslayan, daha ötesi dışlayan ve dinden çıkaran” anlayış ve yaklaşımdan hızla kurtulmalı ve arınmalıyız. Bizim ahlakımızın temelinin, “kardeşini, kendinden daha değerli ve üstün görmek” olduğunu hatırlamalıyız. 

6. Korku, panik, ayrılık, ötekileştirme ve nefretten uzak duralım. Dogmacılık, bağnazlık, yüzeysellik, particilik, mezhepçilik, cemaatçilik, grupçuluk tuzağına düşmeyelim, büyük resmi gözden kaçırmayalım.

Usül ve üslubumuza dikkat etmek herkes ve hepimiz için gereklilik ve zorunluluktur. 

Müslümanlar, gönül uyanıklığı ve feraset içerisinde kendilerini toparlayıp sorumluluk üstlenmeli, kardeşlik ve birliğini pekiştirmelidir. Hatta mazlum, masum ve erdemli tüm insanlarla da dayanışma içerisinde bu zor sürecin atlatılmasına öncülük etmelidir. Zalim ve fasıkların, dikkat, cesaret ve enerjilerimizi farklı yönlere döndürmelerine müsaade etmemeliyiz. 

Biz güzellik ve tevazu içerisinde doğru bilgiye ulaşıp, dinimizi doğru anlayalım. İçselleştirip ve içtenlikle yaşayalım, sorumluklarımızı donanalım. Farkındalığımızı daha da artıralım. 

Her güzel şey gibi onurlu, özgür, başı dik ve kaliteli insanca yaşamanın da bir bedeli vardır. Tarihin de getirdiği yükümlülük ve sorumlulukla, bu coğrafyada özgür yaşamanın zorlukları ve bedelleri elbette ki diğer coğrafyalardan daha fazladır. Bu ulvi davanın ve böylesi onurlu yaşamın kendisi gibi, mal ve can dahil bu uğurda verilen bütün bedellerin kendisi de güzeldir, yani bu şekilde yaşamak ta, ölmek te güzeldir. Ezik, onursuz, başı eğik, zillet içerisinde insanlık dışı yaşamanın da hiçbir anlam ve tadı yoktur.

Ölüme karşı yaklaşımımızı ve algımızı, kendi kültür özümüze uygun revize etmekte yarar var. Ölüm bu dünya için hayat ve canlılık kaynağı; ahiret için ise vuslat sebebi ve aşamasıdır. Zaten mukadder olan ölümümüzün şehadetle gerçekleşmesini, vuslatımızın en iyi şekli olarak eğlence ve sevinçle karşılamayı yeniden öğrenmemiz gerekir. 

Ölümsüzlüğe kavuşmuş şehitlerimizi, “vah vahlar, ağıtlar, üzüntüler, yazık oldu” larla anmaktan vazgeçip; bu yolda ölmeyi vakar ve metanetle karşılamayı, şehitlerimizi ayrılık hüznüyle uğurlamayı, ama hayırla ve sevinçle anmayı, yolumuza ümit ve inançla devam etmeyi becermeliyiz. 

Toplumumuzu yeniden diriltecek anlayış ve yaklaşım, bu denklem ve denge içerisinde, farkındalığımızı artırmak, bu sorumluluk bilinci içerisinde hep birlikte bir, iri, diri ve öncü bir toplum, hayırlı bir ümmet olabilmeyi becermektir. 

Birbirimize sevgiyle ve samimiyetle yardım edip, Rabbimize dua edersek ve üzerimize düşen görevleri yapıp sabredersek, kafirler istemese de Allah cc nurunu tamamlayacaktır. 

Süleyman Erdemir, Genel Başkanı

| | | | |